Uçaktan indiğinde hiç bilmediği ve kimseyi tanımadığı bir şehirdeydi. Kendi ülkesinde kazanamadığı parayı, bir ihtimal geldiği bu ülkede kazanıp, ardında bıraktığı çocuklarına biraz olsun maddi destek gönderebileceğini düşünüyordu. Bu ülkenin dilini konuşuyor olmasına ve hastabakıcı bilgisine güveniyordu.
Şehre karanlık çökerken o bir otel yerine, hemen bir hastanenin aciline sığındı. Sanki bir yakını tedavideymiş gibi bavulunu bekleme salonunun sandalyelerine koyup, üstüne uzandı ve gözlerini ertesi sabah, kalkıp iş aramak ve hayatına yön vermek üzere güvenle kapattı.
Bahusus :(zarf, eskimiş, Farsça bā + Arapça ḫuṣūṣ) ► Özellikle.
"Köşk geniş, ben kalabalığı severim, bahusus etrafımda sizin gibi gençler olursa büsbütün içim açılır." - Yakup Kadri Karaosmanoğlu
* * * * *
Kelime Kökeni :
Farsça bā χuṣūṣ بخصوص “özellikle, bilhassa” deyiminden alıntıdır. Bu deyim Farsça bā “ile, birlikte, beraber (edat)” ve Arapça χuṣūṣ خصوص “özellik” sözcüklerinin bileşiğidir.
- Evet, ama sanki inançla işi olmaz gibi bir tavır sergiledi.
(Diğeri gülümsedi)
- O bir melâmîydi.
- O ne demek?
- İnancını sadece kendine saklayan ve yaşayan biri demek. Melamilik aramak, sorgulamak, anlamaya çalışmaktır. Kişi doğduğunda kendini anlamak için gözlemlemeye, sormaya başlar. Bu sorgulama kendini ve görünen varlığın hakikatini anlamak içindir.
- İlk defa duydum.
- Halkın arasında kendilerini gizlemeyi tercih ederler. Öyle ki, onlara çok yakın olanlar bile melâmî olduklarını bilmiyorlardır. Bu kimliklerini, sadece kendilerine mânen yakın gördükleri insanlara, uygun gördükleri zamanda söylerler. Yani melâmîlikte tüm mânevî bağlar doğrudan Allah ile kurulur, kimseye herhangi bir gösteriş yapmazlar. Dini duyguların her türlü istismarına karşıdırlar. Üyelerinden finansal destek ve para yardımı talebinde bulunan cemaatlere karşı, hiçbir peygamberin görevini yaparken ümmetinden ücret talep etmediğini, ilgili ayeti okuyup, hatırlatırlar.
- Sorgulamak ve sorgulamakta serbest olmak ne kadar anlamlı. Şimdi ise cemaatlere kendilerini kaptırmış, hiçbir şeyi düşünmeden, sorgulamadan teslim olmuş insanlar, ibadet ettiklerini sanıyorlar.
2.(isim, eskimiş) Dinleyenleri etkilemek veya heyecanlandırmak amacıyla yapılan abartılı anlatım.
* * * * *
Kelime Kökeni :
Arapça ḥms kökünden gelen ḥamāsa(t) حماسة “(dinde ve kavgada) şeci ve cesur olma, fanatizm” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Arapça ḥamisa حمس “şeci ve tavizsiz idi” fiilinin faˁāla(t) vezninde masdarıdır.
Benzer sözcükler : hamasi
Tespit edilen en eski Türkçe kaynak ve diğer örnekler :
[Meninski, Thesaurus, 1680]
hamāset: Vehementem & constantem esse (in religione).
Şarampol :(isim, Macarca) Karayollarının kenarında yol düzeyinden aşağıda kalan bölüm.
"Şarampole yuvarlandım." - Ahmet Ümit
* * * * *
Kelime Kökeni :
Macarca sorompó “kazıklardan oluşan çit, parmaklık” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Orta Aşağı Almanca schrancpaum “çit kazığı” sözcüğünden alıntıdır.
Tespit edilen en eski Türkçe kaynak ve diğer örnekler :
“parmaklık” [Evliya Çelebi, Seyahatname, 1665]
χandak kenārınca cümle kalın direkler ile şarampo taˁbir etdikleri parmaklık çevürmişlerdür
[Ahmed Vefik Paşa, Lehce-i Osmani, 1876]
şarampoy شرانپوی: Palanga ve kale varoşunun kazık ağaç kakılarak yapılan barūsu
Arketip : (isim, Fransızca) ► Kök örnek, bir nesnenin bilinen ilk ve en özgün biçimi.
* * * * *
Kelime Kökeni :
İngilizce archetype “prototip, Jung psikolojisinde bir kavram” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Eski Yunanca arχétypos ἀρχέτυπος “model, ilk nümune” sözcüğünden alıntıdır.
Daha fazla bilgi için arkaik kelimesini incelediğimizde, Fransızca archaïque “en eskiye ilişkin” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Eski Yunanca arχaïkós αρχαïκός “en eskiye ait, ilkel” sözcüğünden alıntıdır. Eski Yunanca sözcük Eski Yunanca árχaîos άρχαῖος “ilk, en eski (sıfat)” sözcüğünden +ik° ekiyle türetilmiştir. Bu sözcük Eski Yunanca arχḗ αρχή “başlangıç (isim)” sözcüğünden türetilmiştir.
Tespit edilen en eski Türkçe kaynak :
[Milliyet - gazete, 1987]
'Bedrettin Üzerine Şiirler'in, deyim yerindeyse, arketipsel bir konumu vardır.'
Karine : (isim, Arapça) Karışık bir iş veya sorunun anlaşılmasına, çözümlenmesine yarayan ipucu.
"Karine ile anladığımıza göre işi biz yapacağız."
* * * * *
Birleşik Fiil veya Kalıp Söz olarak kullanımı :
Karine ile anmak : Sözün gelişinden çıkarmak.
* * * * *
Kelime Kökeni :
Karine1
Arapça ḳrn kökünden gelen ḳarīna(t) “1. eş, zevc, 2. eşleşme, mantıki bağlantı, delil” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Arapça ḳarana “çift koştu, eşleştirdi” fiilinin faˁīla(t) vezninde sıfatı dişilidir. Arapça fiil Arapça ḳarn “boynuz” sözcüğü ile eş kökenlidir.
Ek açıklama :1990′larda beliren masumiyet karinesi deyiminde sözcük “varsayım, presumption” anlamında kullanılmıştır.
Benzer sözcükler : masumiyet karinesi
Tespit edilen en eski Türkçe kaynak ve diğer örnekler:
[Meninski, Thesaurus, 1680]
ḳarīnet: (...) Conjectura [tahmin, yakınsama]. ḳarīne ile: takrīben. ḳarīne ile aŋlamak: Conjectare, conjecturâ assequi [tahmin etmek, tahminen değerlendirmek]
Karine2
İtalyanca carina “gemi gövdesi” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Latince carina “1. ceviz kabuğu, her çeşit sert kabuk, 2. gemi gövdesi” sözcüğünden evrilmiştir. Latince sözcük Hintavrupa Anadili yazılı örneği bulunmayan *ḱerh₂- (*ḱer-) “sert” biçiminden evrilmiştir.
Tespit edilen en eski Türkçe kaynak ve diğer örnekler:
[Evliya Çelebi, Seyahatname, 1665]
Beç kapusu tarafı kadırganın başında karinası gibidir.
Barın kapısından içeri girdi. Belli belirsiz caz müziği çalıyordu. Saçları kıvır kıvır genç içerden getirdiği temiz bardakları yerlerine koyarken göz ucuyla ona baktı, selâm verip bir şey ister mi diye sordu. Taburenin kenarına ayağını koyarak, kendini yukarı çekip, oturdu. "Bir filtre kahve alayım lütfen" dedi. Kahvenin kokusu, dumanından önce geldi, büyük bir yudum aldı.
Buraya gelerek büyük risk almıştı. Tedaviler, terapiler, ilaçlarla devam ettiği bir dönemin içindeyken, birden kendini ateşin ortasına atması gerektiğini düşünüp buraya gelmişti. Alkolden uzak durması gerekiyordu, biliyordu ama kendince alkole yakın olarak, uzak durmayı denemek onun fıtratına daha uygun geliyordu. Mekanın her yerine sinmiş alkol kokusunu, kahvenin dumanına sararak içine çekiyorken, nefsine işkence ve terbiyeyi aynı anda öğretiyordu.
Bukağı :1.(isim, eskimiş) Ağır cezalıların ayaklarına takılıp ucuna pranga bağlanan demir halka.
"Bukağılı Baba'nın başı ucunda düşman zindanında taşıdığı bukağılar vardı." - Yahya Kemal Beyatlı
2. (isim, eskimiş) ► Köstek.
Birleşik Fiil olarak kullanımı :
Bukağı Vurmak : Bukağı takmak.
"Sonra hayvanın karnı altından bukağı vurup boğazına ip takarak esir edip yedeğe aldılar." -Ebubekir Subaşı
* * * * *
Kelime Kökeni :
Eski Türkçe bukaġu “hayvanlara vurulan köstek, pranga” sözcüğünden evrilmiştir. Bu sözcük Eski Türkçe buka “boğa” sözcüğünden Eski Türkçe +AgU ekiyle türetilmiştir.
Tespit edilen en eski Türkçe kaynak :
Eski Türkçe: [Kaşgarî, Divan-i Lugati't-Türk, 1073]
"Annelik köpeklik! Annelik köpeklik!" diye söylene söylene sokakta yürüyordu kadın. Sağından, solundan, arkasından yürüyen yaşlı kadınlar başlarını sallayarak katıldıklarını gösteriyor, gençler kadının söylediklerine gülüyor, diğer insanlar anlamsızca bakıp geçiyorlardı. Kimileri de "kafayı sıyırmış herhalde" diye düşünüyorlardı.
Oysa hepsi hayatlarından beş dakika ayırıp, kendi annelerinin özverileriyle ilgili biraz düşünselerdi, söylene söylene yürüyen kadını belki de anlayabileceklerdi. Bir anne çocuğu için her şeyden vazgeçebilirdi. En çok da kendinden.
İşte son noktasına kadar sömürülen kadın, en sonunda sokaklarda doğurduğu çocuğun annesi gibi değil de köpeği gibi hissettiğini haykırıyordu ama bu haykırış kendineydi ve duyması için de yüksek sesle söylenip duruyordu.